Yeryüzünde İlk Kurban Ne Zaman Kesildi?
Hattâ ilk kurban bilgisi; Hazret-i Âdem’in iki oğlu, Hâbil ve Kābil kıssasında karşımıza çıkar. İlk kurbanı Allâh’a onlar takdim ediyorlar. Arapçada kurbanı ifade eden; «nüsük, udhiye, zibh, takdime, hedy, bedene» gibi kelimeler yer alsa da, bu kıssanın anlatıldığı âyet-i kerîmede de

“...Vaktiyle o ikisi birer kurban takdim etmişlerdi...” (el-Mâide, 27) ifadesiyle bizzat «kurban» kelimesi geçmekte.

Türkçemizde de muhtemelen bu sebeple, bu ibâdeti ifade için «kurban» kelimesi yaygınlık kazanmıştır.

Rivâyetlere göre; Kābil ziraatle, Hâbil hayvancılıkla meşgul idi. Bir münasebetle Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşma vesilesi adıyorlar.

Hâbil; en semiz, en kıymetli hayvanını Cenâb-ı Allâh’a kurban olarak takdim etti.
Kābil ise mahsûlün en değersizini, en kötüsünü kurban olarak takdim etti.
Önceki şerîatlerde adak / kurban olarak takdim edilen şeyler yüksekçe bir tepeye konulurdu. Gökten bir ateş gelip onu yakarsa kabul olduğu anlaşılıyordu. (Bkz. Âl-i İmrân, 183 ve tefsirleri)

Hâbil’in kurbanı kabul edildi. Kābil’inki reddedildi. Zira;

“...Allah, ancak takvâ sahiplerinin kurbanını kabul eder.” (el-Mâide, 27)

Kurban Nedir?
“Kurban” kurb, takarrub,  karîb kökünden geliyor. Kurban “yaklaşmak, yakınlaşmak” demektir.

Kurban Allâh’a yakınlaşma / kurbiyet vesilesi. Bizler âyet-i kerîmedeki ifadesiyle bu kestiğimiz hayvanları; Allâh’a yakınlaşma vesilesi olarak kesiyoruz, kurban ediyoruz. Yoksa bu kestiğimiz hayvanların ne etleri ne de kanları Allâh’a ulaşır. Ama Allâh’a ulaşan, bizim takvâmız, samimiyetimiz, niyetimiz ve güzel amellerimiz olmaktadır.

Kurbanın Diğer İsimleri Nelerdir?
Kurbanın diğer isimlerinin de hikmetlerini tefekkür edebiliriz:

Hedy: Temettû ve kıran haccı yapanlara vâcib olan ve Mina’da kesilmesi gereken kurbana verilen isimdir. Hedy, hediye demektir. İnsanların büyük birini ziyaret ederken bir hediye götürmeleri âdettir. Farklı bölgelerden bütün hacılar; Allah Teâlâ’nın beytini ziyaret için, âdeta Allâh’ın huzuruna geliyorlar. Yanlarında; hürmetle, nazla, sevgiyle sevk ettikleri kurbanlıklarını da getiriyorlar.

Udhiye: Duhâ yani kuşluk vaktinde kesilen hayvan demektir. İsmini oradan almış, sonradan her vakitte kesilene bu isim yaygınlaşmış. Günümüzde Arap âleminde «Kurban bayramı» mânâsında «Iydü’l-Adhâ» tabiri kullanılıyor. Tadhiye, kurbandan hareketle fedâkârlık mânâsında kullanılıyor.

Kurban ibâdeti; Hazret-i İbrahim’in, Hazret-i İsmail’e olan muhabbetiyle imtihan edilmesinden doğdu. Allah yolunda evlâdını fedâ edip edemeyeceği istikametinde ağır bir imtihana tâbî tutuldu. Can ve maldan sonra, evlât imtihanını da veren Hazret-i İbrahim, «Halîlullah» oldu.

Nüsük: İbâdet mânâsına geliyor. Kurbanı; et, kebap, kavurma bayramı zannetmemeyi hatırlatıyor. Bu bir ibâdet. Hâlis niyetler, yemek yemeyi, uyumayı dahî ibâdete çevirir. Nefsânî bakış ise, ibâdetin mâneviyâtını kaçırır ve basitleştirir.

Kurbanın Hükmü Nedir?
Zilhicce’nin 10’uncu gününe «Yevm-i Nahr» denilmekte. Hacılar o gece Arafat’tan Müzdelife’ye oradan Mina’ya geçip şeytan taşlıyor ve kurbanlarını kesiyorlar. Aynı günü hacda olmayan Müslümanlar da Kurban Bayramı olarak idrâk ediyorlar.

Peygamberimiz, bu günde hacda olmadığında da kurban kesmiş ve ashâbına da şu ciddî îkaz ile bunu emretmiştir:

“İmkânı ve kudreti olduğu hâlde kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!” (İbn-i Mâce, Edâhî, 2)

Çok ağır bir tehdit. “Namazgâhımıza, camimize gelmesin. Artık kiliseye mi gider havraya mı gider nereye giderse gitsin! Bizden değildir o!” meâlinde çok ağır bir ifadedir.

Bir emir gelir ve onu terk edene tehdit de vâkî olursa, bu durum; emrin ciddiyetini, vücûbiyetini gösteren bir delil olarak telâkkî edilir.

Kevser sûresindeki;

“Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” emrini de mevzu ile alâkalı gören Ebû Hanîfe Hazretleri, Kurban Bayramı’nda kurban kesmeyi vâcib görmüştür. Diğer mezhepler ve Hanefîler içinde Ebû Yûsuf ise, müekked sünnet olarak telâkkî etmişlerdir. Müekked sünnet, Rasûlullah Efendimiz’in hiç terk etmediği sünnetlerdir. Yani kıyaslarsak, kurbanı, İmâm-ı Âzam vitir derecesinde, diğerleri sabah namazının sünneti derecesinde görüyorlar ki, ikisi de oldukça yakındır.

Kurban Kimlere Vâciptir?
Evvelâ mükellef, yani âkil ve bâliğ olup, ayrıca kurban kesmeyi vâcib kılacak zenginlik nisâbına ulaşan Müslümanlara kurban kesmek vâciptir.

Bu nisab, miktar olarak aynı olsa da mâhiyet bakımından zekâtın nisâbından farklıdır. Şöyle:

“Havâic-i asliyyesi yani onsuz hayatını sürdürmenin mümkün olmadığı ihtiyaçları bir kenara bırakıldığında, bunun üzerinde 80 küsur gram altına veya ona muâdil bir zenginliğe sahip olan bir kimse, kurban kesmekle mükelleftir.” Ancak kurban kesme mükellefiyeti, zekât verme mükellefiyetinden farklı olarak şu şekilde karşımıza çıkar:

Bir kimsenin, sözünü ettiğimiz aslî ihtiyaçları yani yaşamak için olmazsa olmaz ihtiyaçlarının üzerinde 80 gram altına denk bir zenginliğe sahip olması, o kişiyi otomatik olarak zekât verme mükellefi kılmaz.

Fakat ona zekât almayı yasak hâle getirir. Yani bu kişi; zekât alacak kadar fakir değildir, verecek kadar zengin de değildir.

Bunun üzerine zekât verme mükellefiyetinin de eklenmesi için, bu zenginliğin vasıflı olması aranır. Yani nâmî / doğurgan / üretken, artış kabiliyeti bulunan bir zenginlik olması, ayrıca o birikimin üzerinden bir yıl geçmesi gerekir.

Kurban mükellefiyeti için üzerinden bir yıl geçme şartı da yoktur. Bu zenginliğin nâmî olma özelliğinin bulunması da aranmaz.

Nâmî mallar: Altın, gümüş, para, besi hayvanları, toprak mahsulleri ve ticaret için alınan mallardır.

Nâmî olmayan mallar: Binek hayvanları, vasıta, oturulan ev, ev eşyaları, üretimde kullanılan makine, âlet ve edevat gibi mallardır. Misalle daha iyi anlaşılacaktır:

Söz gelimi bir adamın evi var, arabası var, aylık geliri var. Bir de kenarda arsası var. Ticaret için, emlâkçılık için aldığı bir arsa değil, mîras yoluyla kalmış bir tarla veya; «Gelecekte bir ev yaparım.» niyetiyle aldığı bir arsa. Bu arsanın zekâtını vermekle mükellef değildir. Başka bir zenginliği yoksa bu arsanın varlığı bu kişiyi, zekâtla mükellef kılmaz.

Fakat bu arsanın varlığı, (değeri 80 gram altını geçiyorsa) onu kurban mükellefi yapar. Çünkü nâmî olmasa da ihtiyaç fazlası bir servettir. İkinci bir araba, aslî ihtiyaç fazlası eşyalar, evdeki tablo ve benzeri kıymetli varlıklar da böyledir. Toplamda 80 gram altın değerine ulaşan bir fazladan varlık oluşturdukları takdirde kurban mükellefiyeti doğururlar. Bu bakımdan kurban, sadaka-i fıtır ile aynı hükümdedir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus da mülkiyetin sahibi meselesidir. Yani bir evde bey ayrı, hanım ayrı mükellef olabilir.

Dînimizde mülkiyet ayrımı (mülkiyetin müstakilliği) söz konusudur. Yani kadının mülkiyeti ayrıdır, erkeğin mülkiyeti ayrıdır, çocuğun mülkiyeti ayrıdır. Hattâ anne karnında cenin hâlindeki çocuğun bile, kendine ait mülkiyeti vardır. Dolayısıyla bir kadının altınları vardır, düğünde takılmıştır. Kocası mehir olarak vermiştir. Yahut babasından kalmıştır. Kadın zengindir, kurban mükellefidir. Ama beyi, aylık ücretle çalışan, ayrıca bir birikimi olmayan bir emekçidir. Onun nisap miktarı oluşmadığı için dînî kriterlerimiz açısından zengin değildir.

Kadın kurban mükellefidir ama erkek kurban mükellefi olmayabilir. İkisi de ayrı ayrı zengin ise, yine mezhebimizde ayrı ayrı kurban kesmeleri vâcib olur.

Borçlu Kurban Keser mi?
Kişi, bilânço yapar: Varlıklarını ve borçlarını listeler. Borçları düştüğünde, varlıkları yine de 80 küsur gram altına tekabül eden bir servet oluşturuyorsa, kurban için mükelleftir. Oluşturmuyorsa mükellef değildir.

Borç hukuku ve ahlâkı, günümüzde mühim bir problem. Bu hususta daha evvel bir yazı kaleme  almıştık.*

Hangi Hayvan Kurban Olur?
Kurban olabilmesi için sığır ve mandaların iki yaşını (24 ayını), devenin beş yaşını, keçi ve koyunun bir yaşını bitirmiş olması lâzımdır. Ancak, koyunlarda altı aylıktan sonrakilerin bir yaşını dolduranlar kadar gelişmiş ve cüsseli olması yeterli kabul edilmiştir.

Kurban Allâh’a yaklaşmak için takdim edilen bir hediye, bir fedâkârlık olduğu içindir ki; piyasada fiyatı düşürücü bir kusur kabul edilen bir eksiği olan hayvan kurban olmaz.

Kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bir veya iki gözü kör, boynuzlarının biri veya ikisi  kökünden kırık, dili, kuyruğu, kulakları ve memelerinin yarısı kesik, dişlerinin tamamı veya çoğu dökük, kesileceği yere gidemeyecek kadar topal hayvanlardan kurban olmaz. (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 6)

Ancak; hayvanın doğuştan boynuzsuz olması, şaşı, topal, hafif hasta, bir kulağının delik veya yırtılmış olması, memelerinin yarıdan daha azının olmaması, kurban edilmelerine engel değildir. (Kâsânî, Bedâi‘, V, 75-76)

Kurban Keserken Abdestli Olmak Şart mıdır?
Bir Müslümanın her dâim abdestli olması teşvik edilir, özendirilir. Ama kurban ibâdeti abdestsiz yerine getirilemeyen ibadetlerden değildir. Kurban ibâdetini yerine getirirken abdestli olmak müstehabdır. Fakat vâcib değildir. Büyüklerimiz kurban ibâdetinde, şeâire hürmet tavsiyesine çok dikkat etmişler; bir ibâdet olduğunu unutmadan, huşû ve huzur içinde, kurbiyet ve fedakârlık duygularıyla, ölümü tefekkür ederek, kurbanlığa şefkat ve merhameti elden bırakmadan vazifeyi edâ etmişlerdir.

Bütün hayvan kesimlerinde olduğu gibi, kurbanı kesenin besmele çekmesi, besmeleyi kasten terk etmemesi gerekir. Kurbanın besmelesi şu şekildedir: “Bismillahi Allahu ekber.”

Kurbana Atılan İftiralar Nelerdir?
Her şeyi sun‘îleştirmek, Allâh’ın yarattığını tağyir ve tahrif etmek isteyen şer güçler, son yıllarda büyükbaş hayvan besiciliğine de düşmanlık etmeye başladılar. Onca lüzumsuz teknolojik israfı unutup, bu hayvanların çevreye zarar verdiğini iddia ediyorlar. Sun‘î et üretimine geçip, et ihtiyacı için hayvan besleme ve kesimini yeryüzünden silmek istiyorlar.

Ramazan Bayramı Hutbesi yayınlandı Ramazan Bayramı Hutbesi yayınlandı

Bu propagandaya kapılan birtakım İslâm düşmanları da, kurbana dil uzatıyorlar. Hâşâ katliâm gibi çirkin sıfatlar kullanıyorlar. Sonra da bu saygısızların kebap yerken, suşi yerken görüntüleri ortaya çıkıyor!

Çevre ve hayvan hakkı üzerinden, onların yaratıcısına düşmanlık! Tıpkı; «Kadın haklarını savunuyoruz!» diyerek aileyi; «Ferdin hürriyetini savunuyoruz!» diyerek toplum nizamını baltalamaya çalıştıkları gibi. Tam bir çarpıtma!

Hâlbuki; Bütün araştırmalar gösteriyor ki Kurban Bayramı zamanındaki kesimler, normal kesimlere göre bir fazlalık ifade etmiyor. Burada müthiş bir ekonomik canlılık meydan geliyor.

Hayvan besiciliği ile uğraşan kardeşlerimiz; mutlu oluyorlar, seviniyorlar.
Deri sektöründe çalışan kardeşlerimiz, bu işten maddî olarak istifade ediyorlar.
Asıl istifadeyi fakir-fukarâ görüyor. Hayatında etle tanışması, buluşması çok nâdir olan insanlar buna kavuşuyorlar. Hattâ milletlerarası İslâm kardeşliğinin mühim bir teşvik unsuru oluyor.
Et yemek, bedenimizin protein ihtiyacını karşılıyor. Bizi yaratan Allah, bu ihtiyaçla yarattı ve bize bunu helâl kıldı.
İnsanlık böyle temel ihtiyaçlar için değil; keyif için katledilen hayvanları, eğlence için, lüks için yakılıp atmosfere salınan karbonları görmeli ve israfları engellemeye çalışmalıdır.
Kurban ibâdetini edâ edenlerde de acımasızlık değil, bilâkis merhamet duyguları coşuyor.
Allâh’a şükür ve hamd tazeleniyor. Bugünün nesilleri; eti market reyonunda görüyor, fabrikada üretiliyor zannediyor. Kurban vesilesiyle ilâhî nimetleri fark ediyor. Can ve ömür nimeti tefekkür ediliyor. Son nefes hatırlanıyor.
Kurban ve canlı hayvan besiciliğine düşmanlık edenlerin yapmaya çalıştıkları şeyi düşündüğümüzde; onların bu mahlûkata şefkat göstermeyi değil, onları yeryüzünden silmeyi plânladıklarını görüyoruz. Yani özü itibarıyla; kurban yaşatıyor, onların plânı ise yok ediyor, yeryüzünden siliyor. Nice masum hayvanın soyunu tükettikleri gibi...

Kurban Bayramı’nda Dini Görevlerimiz Nelerdir?
Zilhicce ayının 9’uncu günü Arefe’dir. Arefe sabah namazından Zilhicce’nin 13’ü yani Kurban Bayramı’nın 4’üncü günü ikindi namazına kadar toplam 23 vakit farz namazların akabinde Teşrik Tekbirlerinin getirilmesi, yani söylenmesi vâciptir. Tekbir şöyledir:

“Allahu ekber Allahu ekber. Lâ ilâhe İllâllahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillâhil hamd.”

Kurban Bayramı namazımızı camilerimize gidip edâ edeceğiz.
İmkânı olanlar kurbanlarını kesecekler.
Bayramın içtimâî vazifeleri de birer ibâdettir:
Mü’minlerin birbirleriyle kucaklaşmaları, birbirlerini ziyaret etmeleri, birbirlerinin hâlini, hatırını sormaları. Hattâ kitaplarımız bayram namazından sonra camide kalıp ibâdet etmeyi, namaz kılmayı mekruh görüyor. Çünkü vakit namaz vakti değil. Vakit, kucaklaşma vakti.
Sıla-i rahim, akraba ziyareti.
Sofralar kurup fakire, fukaraya yedirmek; eşe, dosta ikrâm etmek.
Kabir ziyaretleriyle, geçmişlerimizi de ziyaretlerde unutmayıp onlara Fâtihalar, Yâsînler ikrâm etmek.
Burada kurban etrafında halk arasında bir ibâdet tevehhümü oluşmuş: Kurban şükür namazı şeklinde. Kaynaklarımızda böyle bir ibâdet geçmiyor.

Fakat kerâhet vakti değilse, her zaman kılınabilecek şükür namazı vardır. Bir mü’min, kurban ibâdetini kendisine nasîb eden Cenâb-ı Hakk’a şükür niyetiyle 2 rekât şükür namazı kılabilir. Lâkin, böyle bir namaz kılacak kişiler; olmayan bir bid‘atı ihdâs etmek, sürdürmek niyetiyle değil, sünnette yeri olan şükür namazı niyetiyle edâ etmelidirler. Kerâhat vakti ise kılmamalıdırlar.

Cenâb-ı Hak, her vesileyle Zâtına yaklaşabilmemizi nasip ve müyesser buyursun. Bayramımız saîd, ibâdetlerimiz makbul olsun.

Kaynak: Ahmet Hamdi Yıldırım, Yüzakı Dergisi, Sayı: Temmuz 2022

İslam ve İhsan

Editör: Haber Merkezi