Doğa, içinde var olduğumuz yerdir; içinde var olduğumuz yeri anlatan kavramlar da bilimdir.

Bilim, doğayı anlamlandırmadır.

Ne kadar anlam o kadar bilim!

Ne acıdır ki içinde yaşadığımız doğayı çok fazla bilmiyoruz.

Bir alışkanlık dahilinde yaşamaya devam edip gidiyoruz.

Bizimkisi bir aşk hikayesi…

Doğanın her türlü davranış şekli kabulümüz.

Mevla’m ne eylerse güzel eyler…

Hikmetinden sual olmaz.

Afetler bir uyarı; bolluk, bereket bir ödül…

Kısacası doğa bir mesaj iletme aracı…

Doğa bir döngü içinde, kendi gerçekliği içinde dönüp duruyor.

Bu döngü bilindikçe yaşam, insanoğlu için kolaylaşıyor, konforlu bir

alan haline geliyor.

İnsanlık, tarih boyunca doğayı gözlemledi, ondan beslendi, ilham aldı.

Bilim tam da burada doğdu.

Bilim, doğayı anlamak için geliştirdiğimiz en güçlü araçlardan birisidir.

Bugün bilimsel gelişmelerle uzaya araç gönderebiliyor, genleri

değiştirebiliyor, doğanın sırları çözülebiliyor; bir nevi doğayı kontrol

edebiliyoruz.

Bir tarafta bilimin tüm nimetlerinden yararlanılıp, uzaya yolculuk

yapılabilirken, bir taraftan ormanlar yok ediliyor, denizler kirletiliyor,

hava solunamaz hale getiriliyor; doğa bilinçli, bilinçsiz yok ediliyor.

Doğanın tüm feryatları görmezden geliniyor.

Doğa, “Yeter artık, bunun sonu insanlık için kötü olacak!” diyor.

Doğa, bizim dışımızda var olan bir sistem değildir.

Biz de onun bir parçasıyız.

Bunu unuttuğumuzda, sadece çevreyi değil, kendimizi de yok etme

riskiyle karşı karşıya kalırız; çünkü, doğanın dengesini bozmak, aslında

yaşamın dengesini bozmaktır.

Bilim, doğanın karşısında değil; onunla birlikte yürüdüğünde anlam

kazanır.

İnsanlık tarihi boyunca en büyük öğretmenimiz doğa oldu.

Her şeyi; daha doğrusu yaşamda kalmayı, soyumuzu sürdürmeyi

doğadan öğrendik.

Bir kuşun kanadından uçmayı, gökyüzündeki yıldızlardan yön bulmayı,

ağaçların mevsimlere göre değişiminden zamanı okumayı vb…

Bilim, bu gözlemlerin, bu merakın ve bu öğrenme çabasının ürünüdür.

Doğa ve bilim birbirinden ayrı düşünülemez.

Bilim doğadan beslenir, doğa bilimle anlaşılır.

Yağmurun nasıl oluştuğunu anlamak, bir çiçeğin neden güneşe

döndüğünü çözmek ya da bir volkanın patlamasını önceden tahmin

edebilmek hep bilimin bize sunduğu imkânlardır.

Doğa ve bilim, birbirine rakip değil, tamamlayıcıdır.

Doğa bir kitaptır, bilim ise onu okumamıza yardım eden bir dil. Bu dili

ne kadar doğru kullanırsak, o kadar çok şey öğrenir, o kadar uzun

yaşarız.

Sonuç olarak, doğayla bağ kuran bir bilim anlayışına ihtiyacımız var.

Çünkü biz doğadan ayrı değil, onun bir parçasıyız. Onu korumak,

aslında kendimizi korumaktır.

Doğayı yok saymak, doğadan üstün olduğumuzu sanmak, doğayı bizim

var ettiğimiz yanlışına düşmek biz insanoğluna bir şey

kazandırmayacaktır.

Her geçen gün biraz daha uçuruma sürüklenmekteyiz.

Artık doğa gerçeğini öğrenme zamanı geldi.

Hatta geçti.

Doğayı anlamalı, bilimin ışığında doğa ile barışık yaşamayı

öğrenmeliyiz.

Yoksa insanlığın sonu tez zamanda gelecek!

Ve bu güzelim dünya yoluna canlılar olmadan devam edecek!